
Yeditepe Üniversitesi deneyiminizden bahseder misiniz?
Üniversite sınavından bir yıl önce katıldığım Yeditepe Üniversitesi gezisini hâlâ dün
gibi hatırlıyorum. Kampüsün büyüleyici atmosferine hayran kalmış, ancak “Bu kadar
kalabalık bir üniversitede asla okuyamam.” diyerek oradan ayrılmıştım. O dönemde
psikoloji eğitimi almayı hayal ederken, hukuk fakültesinde okuyacağımı bilmiyordum.
Ancak hukuk gibi kritik bir alanda eğitim alacaksam, en iyisini tercih etmeliydim. İşte
tam da bu noktada, Yeditepe Üniversitesi tartışmasız en doğru adres oldu.
Kayıt günü içimde büyük bir heyecan vardı. Ancak aynı zamanda, kalabalığın içinde
kaybolma endişesi de taşıyordum. Ta ki öğrenci kartımı elime alıp “Yeditepeli” olana
kadar… Gözümde büyüttüğüm o kalabalık, beni içine çekti ve asla bırakmak
istemeyeceğim bir yolculuğun parçası haline getirdi. Bugün geriye dönüp baktığımda,
Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde eğitim almış olmayı hayatımdaki “iyi
ki”lerden biri olarak görüyorum.
Yeditepe Üniversitesi, yalnızca akademik başarıya odaklanan bir eğitim kurumu değil;
aynı zamanda nitelikli bireyler yetiştirmeyi amaçlayan bir yuva. Bize sadece hukuk
öğretmekle kalmadı; önyargılarımızı kırmayı, olaylara çok yönlü bakmayı, kalabalıklar
içinde sesimizi duyurmayı ve fark yaratmayı öğretti. Araştıran, merak eden ve emek
veren her öğrenciye sunduğu sınırsız imkanlarla, gelişimimize her anlamda katkı
sağladı.
Burada edindiğimiz en değerli derslerden biri de “ben” değil, “biz” olmayı öğrenmekti.
Takım çalışmasının gücünü, yönlendirilmenin önemini ve gerektiğinde bir lider olarak
yönlendirmeyi tecrübe ettik. Kampüste attığımız her adımda, çaldığımız her kapıda
sıcak bir gülümsemeyle karşılandık. Bu atmosfer, eğitim hayatımız boyunca
motivasyonumuzu ve heyecanımızı hep yüksek tuttu.
Başlangıçta tereddütle adım attığım bu büyük aileden, mezuniyet günü içimde buruk
bir veda hissiyle ayrıldım. Hocalarımın samimiyetini, kampüsün sıcaklığını ve
unutulmaz anılarımı geride bırakırken, dostlarımla arama kilometrelerin girecek
olmasının hüznünü yaşadım. Ancak hayatın güzel sürprizlerinden biri olarak,
Yeditepe ile yollarımız kısa bir süre sonra tekrar kesişti.
Bugün, bir Yeditepe mezunu olarak İSTEK Okulları bayrağını Gaziantep’te gururla
taşıyor olmak, benim için bambaşka bir anlam ifade ediyor. Yeditepe’nin öğrencisi
olmak başlı başına bir ayrıcalıktı, ancak şimdi bu büyük ailenin bir ferdi olarak,
“Bugün, Yarın, Daima İSTEK’li Olmanın Gururuyla” şiarıyla eğitim meşalesini
memleketime taşımak, tarifsiz bir duygu.
Kariyerinizde Yeditepeli olmanın getirdiği farklar neler oldu?
Yeditepeli olmak, bazen bir dersi geçmenin neden bu kadar zor olduğunu
sorgulamak, aynı dersi kaç kez alacağınızı hesaplamak ve en erken nasıl mezun
olabileceğinizi düşünmek demekti. Çoğu üniversitede seçmeli olan dersler bizde
zorunluydu. Başta anlam veremediğimiz bu sistemin değerini ancak mezun
olduğumuzda anladık. Çünkü iş dünyasına adım attığımızda fark ettik ki: Sadece
kanunu okumayı değil, yorumlamayı öğrenmiştik. Zorlu akademik süreç bizi iş
hayatının gerçeklerine hazırlamıştı ve başarı, yalnızca çok çalışmakla değil, doğru
şeye odaklanmakla kazanılıyordu.
Bu farkı, mesleğe adım attığım ilk günlerden itibaren hissettim. İstanbul’da, kıymetli
hocam Prof. Dr. Mesut Hakkı Çaşin’in yönlendirmesiyle, alanında başarılı bir hukuk
bürosunda zorunlu stajıma başladım. Orada, farklı üniversitelerden mezun
stajyerlerle birlikte çalıştım. Ancak olaylara yaklaşımımız, verdiğimiz örnekler,
yaptığımız yorumlar sayesinde Yeditepe Hukuk Fakültesi mezunu olduğumuzu fark
ettirmek hiç de zor olmadı.
Daha sonra Gaziantep’te bir hukuk bürosunda çalışırken, bir dosya hakkında
yaptığım bir yorum, yanında çalıştığım avukatın dikkatini çekmişti. Beni odasına
çağırarak, yıllardır avukatlık yapan pek çok kişinin bile o detayı gözden kaçırdığını,
bunu nasıl bildiğimi sordu. Cevabım çok basitti: Yeditepe mezunu olmak. Çünkü
değerli hocamız Prof. Dr. Abdülkadir Arpacı, bizleri yalnızca konuları anlamakla
yetinmeyip, özümsediğimiz bilgileri doğru yorumlayabilmemiz için defalarca sınamış
ve eksiklerimizi gidermeden mezun olmamıza izin vermemişti. Keza yalnızca o değil,
tüm derslerimize giren hocalarımızın bakış açısı aynı yöndeydi.
Yeditepe Üniversitesi’nde hukuk eğitimi almak, yalnızca bir hukukçu olmakla sınırlı
değildi. Ekonomi, uluslararası ilişkiler, ticaret, finans gibi pek çok farklı alanda da bilgi
sahibi olmamız sağlandı. Müvekkilimiz hangi sektörde çalışırsa çalışsın, öncelikle
onun dünyasına dair fikir yürütebilmeli, empati kurmalı ve en iyi şekilde rehberlik
edebilmeliydik. Yani biz yalnızca avukat değil, aynı zamanda danışman, problem
çözücü ve stratejist olarak yetiştirildik.
Bugün geldiğim noktada şunu çok iyi anlıyorum: Yeditepe, yalnızca diploma veren bir
üniversite değil; öğrencilerini iş dünyasına hazırlayan, uluslararası düzeyde rekabet
edebilen hukukçular olarak yetişmemizi sağlayan, yalnızca mevcut sorunları çözmek
için değil, gelecekte oluşabilecek problemleri öngörüp önlem almak için de donatan
bir okul. Akademik bilgi edinmenin çok ötesinde bir deneyim. Orada yaşadığımız her
zorluk, aslında ileride bizi bir adım öne taşıyacak bir kazanım olarak karşımıza
çıkıyor.
Öğrenci ve mezunlarımıza önerileriniz nelerdir?
Sonsuza kadar Yeditepe Üniversitesi’nde öğrenci olarak kalmayacak, o kampüste
yaşamayacak ve bir gün mezuniyetle birlikte o kapıdan yeni bir hayata adım
atacaksınız. Geriye yalnızca öğrendikleriniz, biriktirdiğiniz anılar ve kazandığınız
değerli dostluklar kalacak. Bu yüzden, sayılı yıllarınızın kıymetini bilin, her anınızı
dolu dolu yaşayın.
Ve mezuniyet bir son değil; aksine, yeni bir başlangıç. Üniversite yıllarında
edindiğimiz bilgi ve deneyimler bizi hayata hazırlamakta; ancak asıl farkı yaratan,
mezuniyet sonrası bu birikimi nasıl geliştirdiğimiz. Bizler birer Yeditepe mezunu
olarak birkaç adım önde başlasak da değişen dünyaya, hızla ilerleyen teknolojiye ve
dönüşen sektör dinamiklerine ayak uydurabilmek için öğrenmeye, gelişmeye ve
kendimizi sürekli yenilemeye devam etmek zorundayız.
Bilgi artık sabit değil; hızla evriliyor. Bu yeni dünyada başarı, sadece sahip
olduğumuz diplomayla değil; ne kadar ilerlediğimiz, kendimize ne kattığımız ve
değişime nasıl adapte olduğumuzla belirleniyor. Bu yüzden, öğrenmeyi bir yaşam
biçimi haline getirmeli, fırsatları değerlendirmeli ve daima bir adım önde kalmak için
çaba göstermeliyiz. Çünkü gelişime ara vermek, ilerleyen dünyada yerinde saymak
değil; geride kalmak demektir.